Aykın Ola

Rahat, huzurlu günler için esenlik ve barış dolu ruh hâlleri dileklerimle

TVT

Tarihten Alınan Kökler

19 Ekim 2009 Pazartesi

Bukağıdaki Ruh

Uğrunda nice oğurlar geçmiş... artık bilgisayar betlerinde vücud bulan yazılar gene de bir betiğin sayfalarının yerini dolduramazlar.Düşündüklerimizi hiçbir konu olmadan yazmak aslında duygularımızı yalnıklara ne denli açığa vurduğumuzla ilgilidir.Bu yersuda ıssız yer kaldı mı ki biz kendimizi yazılarımızda saklamayı sürdürüyoruz.Kığıların coşkusuyla ırlayan eğinler, hep aynı yırı söyler, hep aynı tatları bırakır ve aynı dokunuşları verir.Yaşamın getirdikleri ile varız biz.Bir başlangıç yaptık ise yaptık.Bu yerkürenin yönü saptığında açılan boyut kapısının önünde ne kadar ileri gidebiliceğiz bir düşünün ki ağıtlarımız bunu yakar oldu artık.Bu hızla tüketilen dünyanın ve tüketim canavarlığı tinimizin bedenlerimizden akmadığı bir evren olacaktır...

4 Ekim 2009 Pazar

Kaçış

Özgürce yazmak kendini bilmeden, duygularını dökerken anlatmak içinde yaşadığın gerçeği bütün oğurlar boyu, kişioğlunun duyumsadığı say nen, anlatmak için sana yol gösterir.Nerde olduğun önemli değil, yoldasın ve gidiyorsundur yüreğinin gösterdiği yere doğru. Ve bilmeden okuduğun şeyler sana istediğin yönü gösterir mi? Dinlemek gerekmez mi gönlünün sesini, istemez misin bukağından kurtulup özgürlüğün tadını çıkarmak.Özgür duyguların, özgür dîrin seni sürükler kırlarların, bayırların, dağların ovaların, koyakların kıyınında bir yer edinmeye, bir yer edinmeye çağırmaz mı? Aynı yırları ırlayıp durmaktan sıkılmaz mısın hiç? Dingin sessizliğin içinden fışkıran kıvılcımlarla göstermek istemez misin kendini.Uçmak için bir adım daha göklere...

26 Eylül 2009 Cumartesi

Manowar'dan bir alıntı

"There They Wait In Fear
With Swords In Feeble Hands
With Dreams To Be A King
First, One Should Be A Man"

İşte bekliyorlar korkuyla
Titrek ellerindeki kılıçlarıyla
Kral olma hayalleriyle
Ama Evvelâ erkek olmalısın...

27 Ağustos 2009 Perşembe

YARIŞTAŞ İLE YARIŞTAŞLIK

Yazan : A. Enis TURAN
1990 yılında belirli aralıklarla Kırgızistan'a gidip gelirken T. Kasımbekov'un romanlarını Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarmaya başlamıştım. Bu arada olabildiğince daha çok Türkçe kökenli sözle aktarmak için çabalayıp duruyordum.

Kimi sözlerin Türkçe kökenli karşılıklarını bulmak olanaksız gibiydi. Ancak, dilbilgisi kurallarıyla Eski, çağdaş Türk lehçelerini, Türkiye Yöre ağızlarını belleğinizde karşılaştırınca bütün alıntı sözlere bir biçimde karşılık bulunuyor.

Bir gece "KAN ORDO(KANLI SARAY)" romanı üzerinde çalışırken Arapça: "Rakip" ile "Rekabet" sözlerine de uygun bir karşılık bulmak istedim. Kısa bir bellek yoklaması sonucu Türkçe verileri birer birer bir araya getirdim. Evet, Arapça "Rakip" sözünün en uygun karşılığı "yarıştaş" olabilirdi?

Dolayısıyla "Rekabet" sözünün karşılığı da: "İçinlik", "aygıt", "yer - konut", "topluluk", "durum", "iş dalı, iş kolu(meslek) adları" ekiyle "Yarıştaşlık"!

Ertesi gün evinde kaldığım Kırgız Profesör Alimcan Zakirov'a sordum:

---"Yarıştaş" sözünün anlamı nedir?

Kısa bir duralamadan sonra:

---"Rakip" mi?-karşılığını aldım.

Sözcük ilk sınavı başarıyla kazanmıştı!

Sonra sözcüğü aktarma, roman, öykü, dil yazısı gibi ayrı çalışmalarımda kullandım.

Türkçeyi geliştirmenin en uygun yöntemlerinden biri: Türkçe kök, gövde ile Türkçe ekleri kullanarak kavramları karşılamaktır. Bu yöntemle söz türetirken yapılacak seçim: 1. Türetilecek sözcükte kullanılan kökün "yerine göre gövdenin" çağdaş Türk topluluklarında yaygın olması, kolayca sezilebilir olması. 2. Söz türetme ekinin çağdaş Türk lehçelerinde kullanılan bir ek olması gerekir.



"YARIŞTAŞ" SÖZCÜĞÜNÜN GÖVDESİ: YARIŞ:



ART DÖNEMLİ OLARAK: "Yarış" ile "Yarışmak" Karahanlı dönemi "DİVÂNÜ LÜGAT'İT-TÜRK"te yer almış. Daha sonraki kaynaklarda da kullanılmış. Bu dönemden önceki belgelerde yer almaması kullanılmadığını göstermiyor. Bir biçimde yazıya geçirilmemiş de olabilir.

EŞ DÖNEMLİ OLARAK:

OĞUZ - TÜRKMEN LEHÇE ÖBEĞİ:

Türkiye Türkçesi: Yarış; Gagavuz Türkçesi: Yarışmak = Yarış; Yarışmaa = Yarışmak, müsabakaya girmek; Azerbaycan Türkçesi: Yarış; Türkmen Türkçesi: Ya:rış = Yarış, müsabaka.;

KUMAN - KIPÇAK LEHÇE ÖBEĞİ:

Başkurt Türkçesi: Yarış; Uzışıv.; Kazan Tatar Türkçesi: Yarış. Uzış; Kazak: Jarıs; Kırgız: Carıs;

KARLUK - UYGUR LEHÇE ÖBEĞİ:

Özbek Türkçesi: Musåbäqa = Yarış.; Uygur Türkçesi: Musabiqä = Yarış.



"YARIŞTAŞ" SÖZCÜĞÜNÜN EKİ: +TAŞ / +TEŞ / +DAŞ / +DEŞ:



Bu ek, Türkçenin ilk dönemleriyle birlikte Çağdaş Türk lehçelerinin de tümüne yakın bir bölümünde yukarıda verilen dört yansıma biçiminde kullanılmaktadır.

İşleyişi: "Birliktelik. Ortak nitelik. Ortak özellik" gibi anlamları karşılar.

YARIŞTAŞLIK = REKABET:



YARIŞTAŞ SÖZCÜKLERİNE EKLENEN "+LIK" EKİ:



+LIK / +LİK /+LUK /+LÜK



Bu ekin Türkçedeki işleyişleri: 1. İçinlik eki, 2. Aygıt eki, 3. Yer - konut eki, 4. Topluluk eki, 5. Durum eki, 6. İş dalı, iş kolu(meslek) eki adları biçimindedir.

"Yarıştaş" sözündeki "+taş" "iş dalı(meslek)", "Yarıştaşlık" sözündeki "+lık" eki ise "durum" işleyişindedir.

Arapça "Rakip (

23 Ağustos 2009 Pazar

Örüntülerin Sözcükleri

Yaşadıklarımızın örüntüsünde; bir sözcük işçiliği görünür say bir yazdıklarımızda...Tüm bunlar aslında kişinin ırasını ortaya çıkaran nenlerdir.Say kişi yazı yazarken kendine özgü biçemini yazısına dökmekle istediği düzeni yakalayabilir.Ancak bu durum yalnıklarda bir istenmeme durumu oluşturmamalıdır; hepsi kişiyi kişi yapan öğeler, yeğleyimlerdir.Hele uzun bir uykuda yaşadığımız belleğimizin gitdikçe küçüldüğü ülkemizde yeğleyimlere karşı çıkışlar, karalamalar eseme çerçevesinin içinden çıkışlar gereksiz tartışmaları birlikte getirmiştir.Önemli olan kişinin iye olduğu değerleri korumasıdır, çünkü ıssılanan bir değer oğurla diğer değerlerle kaynaşıp unutulmadığı günlere kavuşur...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Sahne önünde

Çılgın akşamların dönülmez ufuklarında kaybolurken usumuza gelenlerle içiçe yaşayıp duran bizler.İçimizdeki kıpırtıyı bir sahne önüne taşımak, yaltırı üzerine çekmektir yalnıklardan; ve içindeki küğün verdiği coşkuyla, nice ezgiler nece olur bu toplu çığlıklarla.Karmaşık duyguların içinden dışarı dökülmeye mahkum olur onların önünde ve artık tek parça olmuşundur bütün duygulanımınla. Ne güzeldir akan yırlar, ne güzeldir ezgiler, ne güzeldir seslerin tüm ahengi.Yaltır yongarın sesi kulaklarında yankılanırken yeni çağın gerçek bir gıygısı olmuştur artık duydukların ve say nen artık sana bağlıdır sahne önünde bir öncü kişi olarak.Tüm elektiriği üzerine çeken bir duralanı olmuşundur artık...

24 Temmuz 2009 Cuma

Kıssa

Pürüzlü acunun getirdiği dingin yorgunluk uzaklaştırır birden beni senden.Büyülü bakışların donduğu yerde anlamsız sözler vücud bulur.Tam oğurunu kestiremediğim hâllerin değişimleri nice akan yürek selinde kafayla iletişim kuramaz sayı nenle bağlantı kuramaz duruma gelir ve sessizliğe bürünürsün...

29 Haziran 2009 Pazartesi

Kalp

Günleri yakalamak gelir
Sonsuz geçen güngenlerde
Yanında olmak vardı ya, ama
Hep kararsız kalır kalbim

Tutunmam gerekir bir yere
Yalın yaşantıların esiri
Belki bugün belki yarın
Hep kararsız kalırdı kalbim

Te geçmişte anmıştım o anı
Şimdi hem var hem yok
Hem de başka bi'yerde yine
Hep kararsız mı kalbim?

Sanki düşümde gördüm
Varlık içinde yokluğu
Saybirey hepbir ağızdan
Hep kararsız bırakır kalbimi

Boraan der ki sözün bol
Söz içinde söz söyler durursun
Keleci iyi bilmek gerek ki
Hiç kararsız kalmasın kalbin

27 Haziran 2009 Cumartesi

Bangı (feedback)

Ses Ses üzerine
bir bangı duyulur içinde
Sözler bir yana uçtuğunda
Titremin en tiz çığlığıdır
Duyduğun...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bun (efkâr)

Saklı gülüşler
Gizli değerler
Yadırganan yalnıklar
Hepbirden bun verir

Ortaya çıkamayanlar
Hep sözü olanlar
Dinlenmeyen yalnıklar
Hepbirden bun verir

14 Haziran 2009 Pazar

Kamil Özaydın'ın anısına

Kâmil, “Sert müziğin Türkçe mealidir diyebiliriz. İnat, sevgi, beyfendilik ve halk çocuğu olmak onun en güzel yanlarıydı. Yıllarca ölümüne Ateş Suyu'nu taşıdı, o müziğe canını, dişini koydu. (aptülika)

Şimdilerde ise grup müziği yapmanın, hattâ albüm yayınlamanın da çok daha kolay olduğu, her yerde stüdyoların bulunduğu, barlarda herkesin canlı müzik yapabildiği bir dönemde, inatçılığın, sevginin, beyfendiliğin ve halktan olmanın esamesi pek okunmamaktadır...(alıntı)

30 Mayıs 2009 Cumartesi

AGOP DİLAÇAR


Türkçe ile ilgili çalışmalarına Atatürk ile birlikte başlamış, yaşamı boyunca bu yoldaki katkılarını hiç aksatmadan sürdürmüş olan, çok değerli bir bilim adamıdır. Bu çabalarıyla, dilbilimci, Türk bilimci, ansiklopedi uzmanı, TDK başuzmanı, danışmanı olarak Türkçeye emek verenler arasında seçkin bir yer almıştır. Öte yandan yayınlarıyla Türk dili araştırmalarına ışık tutmuş, önemli kaynaklar kazandırmıştır.

Agop Dilaçar, 22 Mayıs 1895’te İstanbul’da, Büyükdere’de doğmuştur. Ticaretle uğraşan köklü bir Ermeni ailesinden gelir, asıl soyadı Martayan’dır. Agop, çok başarılı ve sosyal bir öğrencidir, 1915’te Robert Kolejini “New York Bilim Ödülü”nü alarak bitirir. Bu sırada I. Dünya Savaşına yedek subay olarak katılır. Doğu Cephesinde göreve başlayan Agop, Rus devrimiyle çözülmeye başlayan bu cephede diğer azınlık subaylarıyla birlikte kaçmaz ve görev yeri olan Güney Cephesine gider. Asteğmen Agop, burada 7.ordunun kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına, kötü talih sonucu esir olarak çıkartılır. Ancak Agop durumunu anlatır ve cebinden hiç eksik etmediği “Türkçe Gramer” kitabını Atatürk’e gösterir. İlk kez Latin harfleriyle yazılı Türkçeyi burada görmüştür Atatürk.

Agop, savaş yıllarından sonra Sofya’da Svaboden Üniversite’sinde eski doğu dilleri (bunların arasında Köktürkçe ve Uygurca da vardır) üzerinde çalışmaya başlar ve bu alanda uzmanlaşarak profesör olur. 1931-1932 yıllarında “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” başlıklı bir araştırma yazısı yayımlanır. I. Türk Dili Kurultayı’nın başlayacağı bu zamanlarda, yazı Ruşen Eşref tarafından Türkçeye çevrilerek, Atatürk’e gösterilir. Agop’un bu konudaki uzmanlığını sezen Atatürk, onun ivedilikle kurultaya çağrılmasını ister. Bu kurultayda “Türk, Sümer ve Hint dilleri arasındaki ilişkiler” adlı bildirisini sunan Agop, İstanbul’a yerleşir ve dil çalışmalarına katılır(1932). II. Kurultayda Türkçenin köklülüğüyle ilgili yeni veriler bulan Agop, Atatürk tarafından TDK başuzmanı olarak atanır(1934).

Özellikle yabancı sözcüklerin kökünü açmada uzman olduğu için, 1934 yılındaki soyadı yasasıyla, Atatürk tarafından verilen “Dilaçar” soyadını alır.

Agop Dilaçar, kurumdaki çalışmalarını Türkçenin, Türk lehçelerinin tarihsel gelişimi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Ayrıca 1942-1968 yılları arasında Türk ansiklopedisi çalışmalarını başdanışman olarak yürütmüştür.

Agop Dilaçar için, Türkçeyi eski güzellikleriyle tanıtma, özleştirerek geliştirme yolundaki çalışmaları bir Atatürk ödeviydi. Özellikle yabancı terimlerin Türkçeleştirilmesi konusunda özenle duruyordu. Türkçenin ilk terim sözlük ve kılavuzlarının hazırlanmasıyla başlayan değerli katkıları diğer bilim terimleri sözlükleriyle de sürmüştür.

Agop Dilaçar Türkçe için şöyle düşünürdü: “Türkçedeki duygu ve düşüncenin en ince ayırtlarını belirtebilme , ses ve şekil öğelerini baştan sona dek düzenli ve uyumlu olan bir sisteme göre bağdaştırıp dizileme gücü, insan zekasının dilde gerçekleşen bir başarısı olarak belirir.”. Bununla birlikte ona göre: “Türkçe sözdizimi, birçok batı dillerine göre çok kıvraktır. Çünkü sözcük sırasını yönlendiren yalnızca mantık olduğu için, anlama göre sözcük sırası değişebilir ve bu Türkçede kolaylıkla kullanılır. Bu kıvraklık birçok çağdaş dillerde yoktur.”

TDK başuzmanı olarak 45 yıl görev yapan Agop Dilaçar, Türk dilinin ve lehçelerinin tarihsel gelişimi başta olmak üzere, dilbilim, dil devrimi, dilbilgisi ve Türk bilimleri üzerine yaptığı çalışmalarıyla çok sayıda araştırmalar yayımlamıştır. En önemli kitapları olan “Türk Diline Genel Bir Bakış”(1964) ve “Dil, Diller ve Dilcilik”(1968) önemli birer başvuru kitabı niteliği taşımaktadır.

Agop Dilaçar diyordu ki: ”Beni buraya Atatürk getirdi, ölünceye kadar da burada O’na ve Türkçeye layık olmak için çalışacağım.”. Gerçekten de öyle oldu; Agop Dilaçar öldüğü tarih olan 12 Eylül 1979’a kadar, TDK’de saygın görev anlayışıyla, bilgisiyle Türkçe için çalıştı.

Kaynak: Türkay, Kaya. A.Dilaçar, Ankara 1982, TDK

''destinasyon'' sözcüğüne anadolu ağzından onat karşılık

Yongarcı'nın Yeğleyimi;
Derleme sözlüğü 6, 11
1. varak: Varılacak yer
*Niksar -Tokat
*Perşembe -Ordu
-Gaziantep ve çevresi

2. gidek: Gidilecek yer
Emirşıhlar *Anamur -İçel

29 Mayıs 2009 Cuma

Yerellik olmadan Evrensellik olmaz

Yaşadıklarımız bize öğretir her şeyi, yapmak istediklerimiz yurdumuzda, Anadoluda yaşanan sevileri, koşukları, türküleri, yemyeşil ovaları, karadeniz yaylalarını özleriz birden.Bir yandan okuduğumuz yazarlar anlatır bize oraları en çok da kendi yöresini anlatan yazarlar olmuştur en başarılıları.Yazar olmaya karar verdiğimiz oğurda gözümüzü erdireceğimiz bir husustur bu yerelliği içine iyice sindirmek.Bağımsız halkını bize emanet etmişlerdir İstanbul ileri gelenlerine özlem duyanlar.Saklarız onları bir özlemle üzerine yeni bir şeyler koyup, bekleriz efelerimizi, zeybeklerimizi, seymenlerimizi ve diğer gardaşlarımızı katma değerlerimize yardımcı olsunlar diye.Basın yayınla her yeri elegeçirenler halkı özünden ulaştıranlar, İstanbul ve çevresini amaç edinmiş rant sağlayacılar... Yerel olmanın önemi bir türlü kavratılamamıştır bu yalnıklara; ama ötkene/tarihe imzasını koyanlar hep yerellikten çıkmıştır onlar eğitmiştir halkı, onlar önemini anlatmışlardır, onlardır ulus olmanın bilincine vardıranlar sonra da öldürülenler, evrenselliğin adımını atanlar..

26 Mayıs 2009 Salı

Yılkı Atlarının Yalnızlığı














Yeşilliğin bitişiyle yeterince beslenemez olursun. Başında her işinde kullanan iyen yoktur artık. İşin bitmiş, yararlılıktan yiyiciliğe düşmüşsündür. Kışın katı, çetin günleri beklemektedir artık yılkıyı.
Yükseltilere düştüğünde kar, yaşamın yeniden başlar. Varsıllık yoksulluğa dönüşmüştür.Yeşillik bitmiş, doğa dinginliğine çekilmiştir. Kıyıda burçakta kalan yaban dikenlerinin gölgemsi görüntüleridir artık gördüğün, görebileceğin.
Güçlükler bununla da bitmez. Doğanın açları sarar çevreni. Avcıların gözetimi altındasındır. Güçsüzlük gösterdiğinde tepene biner, aç kurtlar.

alıntıdır

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Yeni bir gün daha

Bugün yeni bir gün dostlar, ilkbaharın son bulduğu sımsıcak yazların beklediği bir gün, dört mevsimin yaşandığı ülkemizde.Nece akarız sahillere nece dinleniriz doğanın bize sunduğu olanaklarla? Keyifli bir günün ardından tatlı bir uyku bekler bizi yollanırız bir ânda ayrı diyarlara. Ne güzeldir acunun değişik yerlerini görmek kapalı kalsak da saygün olduğumuz yerde; anımızla (zihin) görmek gezmek say yeri bir izlece (tv, ekran) bağlı kalmadan ve yalnızca eğnin içinden gelen bir güreyle. Odamızda olsak bile yaşamın en küçül boyutlarında bir evrenin varlığını keşvetmek olur birden, yeni bir keşif bulmuşcasınına sevinmeli tabii ki sonrasında bir kâşif edasıyla.Ve yeniden eğnimize getirirken saldığımız anımızı, pencereden içeri sızan buğulu kuş cıvıltılarına kulak kabartırız gözümüzü yavaşça açtığımızda o kuşluk öyünde; üstümüze çekmek olur güzel dirimi, ne güzel.Ve bütün erkinizi toplayıp yeni bir gün için anıklanırsınız(hazır) bu erinçli uyanışın sonrasında; tergini(sofra) kurmaya koyulup bir kahve altında erten(sabah) yemeğinin tadını çıkarmaya varırsınız.İçinizdeki küğü(müziği) yakalayıp akıp giden hayatınızda tatlı hoşbeşlere meydan verirseniz o mutlu ânlarda, eğer isterseniz ne denli güzeldir..

Zamanın İçinden

Hızla geçen ya da süren oğurlar
Yaşamın derinliklerine nasıl vardırırlar?
Yaradan'ın verdiği bütün güzellikler
Kalplerdeki mührü bir anda kaldırırlar

Düşsel

Anımsanmaz geçmişte
Olduğun yerde duramamışsın
Kafanda kalmış kurgular
Seni götürmüş farklı dünyalara

Etraf bir kum deryası
Sen olmuş serap

Arayıp da bulamadığım
Çıkan her şey karşımda
Es geçtiğim bir şey olmuş
Dünyamda

Sırılsıklam yağmurda
Kupkuru kalmış beynim
Çöller yeşermiş
Ben içinde yitiğim

Her yer sarmaşıkla dolmuş
Ben sarılıp kalmışım

Orda içerde
Tam olduğun yerde
Bir an ışık sızmış yüzüne
Karartını yoketmiş..

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Yol

Yolu yollananın yolu
Yoldan geçenin yolu
Yollu olanlara bula yolu
Serden geçenlerin yolu

Yel

Hep kısa esintiler eser
Çevrenden eserler, dalgalanırsın.
Bedenini serinlikle sarar,
Bir şey sana doğru üfler sanki
Gezegenin güzel canlılığı
Sana mutluluk verir.

Yeni oluşumlar yeni ortaya çıkanlar
Bir anda canlanıverir gözünün önünde.
Ve bir anda ortadan kaybolurlar.
Kısa bir esinti gibi,
Çabucak biter gider.
Sonra dinginliğe varırsın.

Gökyüzüne karışmak mı dersin,
Çırpınan deniz üzeri uçmak mı,
Bir dağın doruğuna mı ulaşmak,
Ya da sert bir fırtınayla
Hiddetini boşaltmak mı?

Yaşadığın duygular,
Yalnızca gördüğün zamanda
Rengarek açılan kanatlarıyla
bir kuş gibi özgür.
Sen estikçe bizi de
Özgür bırakacaksın kendine doğru

Günlerin Getirdiği İstanbul

Durmadan oluşan akşamlardan bıkmışsanız, bir çözüm yolu aramak için en kolay yolun uykuya dalmak olduğunu anlarsınız.Siz uykuya dalmadan bir şeyler sizi kendinizden geçirebilir bir yongarın nağmeleri, bir üflemenin buğulu sesi ya da sihirle sürüyen gıygı yayı gibi...O andaki küçük yinekler(riff) kafanızdaki anafikri oluşturur ve aşka yüklenmiş olursunuz özdeşi İstanbul'a ait olduğunuzu duyumsarsınız ve bu kentin kalabaklıkla rant/getirim sağlayıcılarla bozulmamış köşelerinde tekdüze olmayan bir akşama varabilirsiniz belki, günümüzde ne denli güç olsa da Astan'da olmak istersiniz. Yazılmamış ötgüncün(tarih) anlattığı Astan bolıg'da olmak ordan Kontantiniye 'ye ordan da ''İstan''-vatanı tekrar ''bul''mak gibi.Yıllarca gelişimi eşit dağıtamadıkları gözü yaşlı Anadolumuzu ve yıllarca kalabalıklaşması arttırılan İstanbul'un bütün güzelliği insan sağancının(nefs) ayakları altında nasıl can çekiştiğini izlersiniz.Bu şehir bir yandan karşı kıyaya bakıp yolların dolup taşan insan selini gözler durur, bir yandan üzerinden çıkan ağılı dumanları yağmurla yıkatmak ister gökyüzünden dilenerek, yükünü taşımaya gayret eder yine de eski güzelliğine özlem duyarak ağlamaklı olur.Bize de bütün bu kalabalığın biriktirdiği yorgunlukla uykularımızda Astan bolığı düşlemek kalır...

Günceye Akan Aşk

Bazen için boşalmak ister ararsın bir kağıt bir kalem, ama devirler değişir her dem, kaldığı yerde kurur gider mürekkep; yazgacın artık bilgisayar basmalıkları olur.Tertemiz bir bette günce yazmak insana huzur vermez mi ya a dostlar? Yazmak bir bakıma da dile olan sevgimizden kaynaklanmaz mı ayrıca? Önen yapmak istediklerimiz, kafamızda tasarladıklarımız usumuzdan uçup gitmeden önce yazılarımızda hayat bulur. Anadolu insanın dediği gibi bize dirim* verir. Geçmişimizden geleceğe şu kısacık ömrümüzde uzun bir öykü oluşturur bize; Yusuf Has Hacib'in değişiyle yalnık* kendi serüvenini içinde bulur aslında yazdıklarıyla ve kalpleri temiz olanlar ise çok iyi anlarlar kişioğlunun nasıl bir özle yazdığını.Şu koca acunda kendinizi tek bir kişi sanırsınız, evrenin sessizliği dinginliğiniz olur o an.Çün Oku! demiştir Yaradan, Tanrı buyruğundandır yüce Okunakta ki olgunlaşmak için gerek olmuş Tanrı yazısını okumak.Ve sen; okudukça dünyandaki sayı nen birden bir küğe dönüşür.İşte bu yaratılanların mûsikisidir. Şakıyan kuşlar gibi evrenin simgesel dilini konuşmaya götürür yalnığı, sadece sevgi için...


Dirim* : Halk dilinde yaşama gücü demektir
Yalnık* : Kutabgu bilig'te geçen o yıllarda Türklerin insan için kulladığı sözcüktür.İnsanın hem yalın, saf temizliğini hem de hataya düşmesini anlatır sözcük ve bu sözcüğün oluşumunda bu iki anlamın bilgelikle nasıl kaynaştığından
sözedilir kitapta.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Küğe başlamak için neden (2) : Jimi Hendrix


Yaşamı boyunca 1960li ve 70 yılların Çor(Rock) Buñ(Blues) küğlerinden etkilenir. Daha sonraları yaptığı beste ve söz çalışmalarına Çor(Rock) ve Buñ(Blues)küğünün ruhunu yansıtır. Jimi Hendrix’i ve dünyaya mal olmuş Buñ yırlarını(şarkı) da yorumlamaktan sayoğur(her zaman) büyük bir keyif alan genç yaşta yitirdiğimiz yetenekli küğcü/müzisyen...
Kaynak: Vikipedi

13 Mayıs 2009 Çarşamba

(1) Küğ için bir neden : Jimi Hendrix


















Erkan Oğur, Türk Küğcü(müzik adamı).

1954 yılında Ankara'da doğup, çocukluğunu Elazığ'da geçirmiştir. Küğe 4 yaşından başlayarak gıygı(keman), bağlama ve cümbüş çalarak başladı. Onu Halk Küğü icrası konusunda isteklendiren ilkokul küğ öğretmeni "İlkokulu bitirdiğinde bizim yöreden çalmadığı saz kalmamıştı." diyor. Küğe başlamasında Jimi Hendrix etkili olmuştur. 1976'da perdesiz yongarı buldu ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara bilimyurdu Fen Yetiteyi(fakültesi) Doğa-Arvış(fizik-kimya) ölçerliği ile başladığı evrenkent yaşantısına Münih Evrenkent Doğa Bölümü'nde okuyarak devam etti. Küğcü olmaya karar verdikten sonra eğitim görmek için Türkiye'ye döndü. İstanbul Devlet Konservatuarı Kökleşik(klasik) Türk Küğü bölümünden mezun oldu. Çalışmalarında ağırlıklı olarak kopuz ya da dede bağlama, ud, y.yay(e-bow), perdesiz yongar, kökleşik yongar, yaltır(electro) yongar'ı ve sesini kullandı. Bunlar dışında birçok çalgıyı da yırlıklarında(albüm) başarılı bir şekilde çalmıştır. En son iki ''cd''lik Telvin yırlığında(albüm) doğaçlama caz denemeleri yapmıştır. Fretless(perdesiz) yırlığı ortaya çıktığı yıl Avrupa'da yılın yaratıcı yırlığı seçilmiştir. Bir Ömürlük Misafir yırlığı olarak Türkiye'de daha sonra yayınlanmıştır. Türk küğüne icracı ve yorumcu olarak devasa katkılar yapmıştır. Perdesiz Yongar'ı ve Perdesiz Bağlama'yı icad eden kişidir. Dünya Küğ söylüğünde(litaretür) yerini almıştır.

Kaynak : Vikipedi